(a) sunmak, takdim etmek, önermek, arzetmek, teklif etmek, ileri sürmek. He put his name forward as
candidate: Aday olarak kendi adını ileri sürdü. put oneself forward: sokulmak, girginlik göstermek, kendini öne sürmek. put one's best foot forward (bkz: foot )1 (39). (b) saat, zaman, program, başlama saati vb.) öne almak, ilerletmek.
(a) iyi tesir bırakmaya çalışmak, iyi tarafını göstermek, (b) hızlı yürümek, acele etmek. It's a long
way to the village, but if you put your best foot forward you'll reach it before the evening. (c) çok gayret sarfetmek, elinden geleni yapmak. You've been so lazy in the past few months, you'll have to put your best foot forward if you want to pass that examination now.